“Uygarlık-Barbarlık” maskesi

1 >>Yeni yüzyılda farklı düzlemlerdeki çelişkiler ve çatışma devimselleri birbirinin içine giriyor, karşılıklı bir etkileşim içinde birbirlerine doğrudan ve çapraz bağlantı noktalarıyla deviniyor ve bu devimseller zamanın nesnel belirsizliği içinde akıyor.

Bu düzlemleri sıralayacak olursak;

Birincisi, dünya çapında bir kollektif kapital-kollektif emek çelişkisi;

İkinci olarak dünyanın parçalanması sonucunda birbirinden farklı dünyalara bölünmesi;bir dünya içinde birden çok dünyanın ortaya çıkmasıyla belirginleşen zenginlik-yoksulluk çelişkisi;

Üçüncü olarak burjuva uygarlığın gezegen yaşamını tehdit eden ekolojik çelişki,

Dördüncü olarak giderek yükselen Beyaz Adamın Batı Uygarlığı ve Kadınlık arasında çelişki;

Yine giderek yükselen Beyaz Adamın Batı Uygarlığı şovenizmi ile geri kalan kültürler, renkler, diller, dinler arasındaki çelişki;

Beşinci olarak Dünyanın hem Kapital çekirdeği ve onun çevresindeki dünya kapitalist işbölümü ve güçler dengesinde açığa çıkan, hem de Amerikan “Emperyal”gücü ve geri kalan emperyalist güçler arasındaki kapital –kapital çelişkisi.

11 Eylül, tüm bu devimselleri ivmelendiren bir tarihsel moment olarak görülebilir.

21. yüzyılın zaman akışını ivmelendiren ve giderek içindeki çelişkileri kristalize etmeye başlayan bir moment.

Bu momentten sonradır ki, Amerikan emperyal gücü ile Roma imparatorluğu arasındaki analojilerin sayısı her geçen gün artıyor, bunun üzerinden Amerika’da daha çok “uygarlık-barbarlık” gerilimi üretiliyor ya da tersinden bu söylem üretilerek Amerika giderek daha fazla Roma zamanına yakınlaştırılıyor, yakıştırılıyor.

Eğer, Amerikan eski ve yeni güvenlik uzmanlarının, köşe yazarlarının, stratejistlerinin medyaya yığdıkları, emperyalist bir Amerika’dan daha çok yeni mitos olarak Emperyal Amerika yorumlarını dikkate alacak olursak;her zaman olduğu gibi analojilerin tarihsel hata paylarını da düşürerek Amerika giderek daha çok Roma’nın sonunun başlangıcını yaşıyor diyebiliriz.

Güç yarılması.

Roma imparatorluğunun Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yayılan coğrafyasındaki hegemonyası nın değil, bu kez Amerika’nın dünya hegemonyasının doğu ve batı diye ikiye ayrılması.

Amerika, işte bu dünya-tarihsel bağlamda, Uygarlığın Kabesi olarak “uygarlık için” dünya çapında görülmedik düzeyde bir yayılmacılığa soyunuyor ve bununla yukarıda sıraladığımız çelişkilerin kompleks etkileşimini hızlandırıyor, yayıyor, derinleştiriyor.

Amerikan emperyal yayılmacılığının sonuçlarından biri tarihsel moment sonrasında ABD´nin Soğuk Savaş döneminde bile görülmeyen ölçüde bir artışla silahlanmaya 400 milyar doları aşan bir bütçeyi ayırmayı kararlaştırması ise, ikincisi Amerikan güvenlik doktrininde yapılan son değişikliklerle nükleer silahların kullanımının artık olanaklı hale getirilmesidir. Pentagon´un yeni “Gözden Geçirilmiş Nükleer Durum” yazısında belirtilen taktik nükleer silahların kullanım doktrinindeki değişiklikle “Irak, Iran, Kuzey Kore gibi ülkelere karşı nükleer silahların kullanımının önü de açılmış oluyor.Bu yeni pozisyon Hiroşima ve Nagazaki´den bu yana ABD´nin nükleer silahlar stratejisindeki en radikal değişimi ifade ediyor”( Daniel Lazare, “Kim bizden değilse bize karşıdır” Le Monde Diplomatique, Ağustos 2002)

Amerikan yayılmacılığındaki ikinci önemli gelişme 11 Eylül´den sonraki askeri ve operasyonel kapsam alanının genişlemeye başlamasıdır. ABD, 11 Eylül´den sonra “Plan Columbia”çerçevesinde ve inşa ettiği dört yeni askeri üsle Latin Amerika´ya yeniden yerleşirken, Kuveyt, Katar, Türkiye ve Bulgaristan´ın dışında Afganistan, Pakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan´a 60 binin üzerinde asker yığdı;okyanus ötesi askeri üsleri 60 ülkeye yayıldı.(“Askeri Üsler ve İmparatorluk”, Editörden, Monthly Review, Mart 2002)

2 >>Roma ve Amerika arasında kurulan analojilerin kökbilgisi anlamlarına bakarsak binlerce yıllık farklılıklar, dilin sözcük temellerine inince sanki aynılaşıyor.

“Bir üstün otoritenin altındaki geniş devletler veya ülkeler topluluğu olarak veya üstün egemenlik ve yine mutlak kontrol olarak” İmparatorluk latincede “imperium”;bununla kök bağlantısı olarak yine latincede “imperare” yani egemenlik, hükümranlık, komuta anlamına geliyor.

İmparatora bakacak olursak bu da kökbilgisi olarak önce Latince “imperative” sonra yine Latince “imperare” yani egemenlik, hükümranlık,, komuta anlamını taşıyor.

İmparatorluk, kavram olarak ilk kez Büyük İskender´in öncülüğünde geliştirilmeye başlanır. Büyük İskender´in amacı bir “Cosmopolis” yaratmaktı;Orientte yaşayanların Oksidentte yaşayanlar tarafından boyun eğdirilmediği;içinde yaşayanların tümünün eşit, birbirleriyle evlenebildikleri ve özgürce ticaret yapabilecekleri; ama tüm bunları, temeli Helenik olan bir uygarlıkla gerçekleştirebilecekleri bir “Cosmopolis”. Büyük İskender´in “Cosmopolis”i Roma Cumhuriyet´ini etkiler ama Cumhuriyet´den İmparatorluğa geçen Roma, Büyük İskender´in kavramını bambaşka bir toplumsal bağlama uygular. Roma , Oksidentin Orienti boyunduruğu altına aldığı bir dünya-imparatorluğuna dönüşür.

Ortaçağa gelindiğinde, İmparatorluk monarşiye, 19. yüzyıla gelindiğinde sanayi devriminden geçen kapitalizme ayak uydurur. Bunun en iyi örneği güneş batmaz Britanya İmparatorluğudur. Önceleri feodal bir imparatorluk, sonra ise kapitalizmin anavatanı olarak kapitalizmin imparatorluğu.

İmparatorluk gibi, Emperyalizm de benzer toplum-tarihsel dönüşüm ve başkalaşımların içinden geçer, her çağa ayak uydurur, her çağın hükmü altına girer ve onun biçimini kazanır.

Yunan Emperyalizmi ve Roma Emperyalizmi, Ortaçağın emperyal devletleri, kapitalizmin emperyalizmi ve bunun da 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başlangıcı ve sonlarındaki kazandığı yeni formlarla devinimi. 19. yüzyıl ve 20. yüzyıldaki sömürgeci emperyalizmin sonradan yeni sömürgeciliğe evrilişi, 20. yüzyılın sonunda küresel kapitalizm ölçeklerinde yeni formlar kazanan emperyalizm.

Buradan bakacak olursak, Toplum-tarihsel açıdan bambaşka emperyalizmler olduğu, Büyük İskender´den günümüze kadar süren Emperyalizmin temel, kök tanımının değişmiş olduğunu söyleyebilir miyiz? Emperyalizmin çekirdeği toplum-tarihsel köklerler sarsılarak devinse de onun kendisi sanki hep ayni kalmış gibi. İktidar ve Güç İlişkileri bağlamında Emperyalizm, binlerce yıla yayılmış olarak durmaksızın kendini yeniden ve yeniden üretiyor.İktidar ve Güç ilişkilerinin mimarisinde, hep Tekil bir üstün güç ve onun etrafında ona boyun eğmiş, boyun eğdirilmiş güçler;bu güç ilişkilerinin yarattığı Emperyal İktidar ve Güç ilişkileri.

Bu perspektife yerleşirsek, İmparatorluk ve Emperyalizm kavramları, birbirinden bambaşka toplum-tarihsel köklere sahip iki büyük yönetme, komuta, otorite, üstünlük gücüne erisen Amerika ve Roma´yı birbirine yakınlaştırır, böylece Roma ve Amerika analojilerinin önü de açılmış olur.

Bu ışık altında bakıldığında Amerikan İmparatorluğu ve Emperyalizminin gücü ile bunun dünya-tarihsel anlamları açığa çıkarılabilir.

“Yalnız Süper Güç”ün konumunu ne kadar sürdürebileceği; dünyayı kendi “imperium”u; komutası ve otoritesi altında tutma stratejisinin ne kadar da geçerli olduğu burada durup sorgulanabilir. Biten Soğuk Savaşın ardından, Amerikanın şimdi dünyanın bugüne kadar gelmiş geçmiş ve kendisiyle karşılaştırılamayacak bir büyüklüğe erişmiş gücüyle yaydığı küresel gerilimlerle, görünürde Afganistan, Irak, İran, Kuzey Kore’ye, temelde ise tüm dünyaya bir yeniden meydan okumayla başlayan agresyonu, bu güç yarılması ve kırılmasını restore ederek Süper Güç konumunu yeniden ve şiddetle ele geçirme arzusundan kaynaklıdır. Bu, Emperyal Amerikanın arzusu ve istencidir. Peki ama, ABD´nin dışında kalan merkez çekirdek ülkelerin arzuları ve istençleri, Roma analojisiyle ABD´nin Vassalları olarak mı kalmaktır? AB, Rusya, Çin, Japonya Amerikanın Vassalları olarak görülebilirler mi?

İmparatorluğun aşil topuğundaki çatlağı buradan görebiliriz belki de.

Bir başka açıdan, Amerika´nın, Uygarlık-Barbarlık söylemiyle merkez-çekirdek ülkeleri yanına alıp, Barbarlara karşı Uygarlığın lideri pozisyonuna soyunmasıyla,Uygar Batının etrafına örülen duvarlarla Amerika bir bakıma imparatorluğun sakin sularına çekilmekte, Süper Güç pozisyonunu yeniden ele geçirmiş görünmektedir ama İmparatorluğun kendi İç sınırlarındaki çelişkileri yüzünden çatlak burada bu kez daha farklı biçimde kapital-kapital çelişkisi olarak belirmektedir. Uygarlık şovenizmiyle bir blokta yanyana gelmiş görünen merkez-çekirdek ülkeler, sıra küresel kapitalizmin hükümranlığı ve komutasına gelince birbirlerinden ayrılmaktadırlar.

Ayrılığın nedeni, Tek kutuplu bir “imperium”değil, çok kutuplu bir “imperium” arzusu ve istencidir.

O halde, Roma´da olduğu gibi bugün de İmparatorluk İç ve Dış sınırlarına sıkışıp kalmış bulunuyor.

“İmparatorluk”, İç sınırlarında burjuva uygarlığın dekadansı, kapital-emek çelişkisi, burjuva uygarlığın “Ötekiler” olarak göçmenlerle çelişkisi, kapital-kapital çelişkisi ve Kapital´in genisletilmis yeniden üretim doğasının zorunlu kıldığı küreselliğe çarpıp duruyor, Dış sınırlarında ise antikçağın barbarları değil, milyarları bulan proleterlerin, kadınların, yoksulların, varoşların okyanusuyla kuşatılıyor.

“İmparatorluk” sadece Dış´ından değil, İç´inden de kuşatılıyor.

Başa dönecek olursak, yanıtlanması gereken soru şudur ki, dünyanın yüzüne geçirilen uygarlık-barbarlık maskesi altında devinen çelişkiler kümesinin devinimleri bu maskeyi nasıl yırtıp atacak ve dünyayı, üzerinde döndüğü gerçek çelişkiler yörüngesine nasıl oturtabilecek?

17 eylül 2002