Afganistan’dan sonra diğer bazı ülkelerle de savaşa girilmesi konusundaki tartışmalar başlamış durumda. ABD Başkanı George W.Bush eskalasyon çizgisine yeni tehditlerle adımlarını atmış durumda: Irak “kitlesel imha silahlarını üretmediğini dünyaya ispat etmesi için” ülkeye BM İnspektörlerini sokmalıdır! Doğal olarak Irak yönetimi bu talebe karşı çıktı. Şimdi ise ABD medyasında olası savaş hedefleri üzerine tartışmalar başlamış durumda. ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Wolfowitz ve eski CIA Müdürü Woolsey “Irak’la hesaplaşmanın zamanı geldi” diyorlar bile. Amerikan gazetelerinin önde gelen yorumcuları Başkan Bush’a “Babasının Bağdat’ta başladığını bitirmesi gerektiğini” yazıyorlar. Görüldüğü kadarıyla bu nasihatların arkasında, dünyanın ikinci büyük petrol reservlerine sahip olan Irak’ın kontrol altına alınması beklentileri yatıyor. Ancak olası bir harekâtın boyutlarının hangi düzeyde olacağı şimdiden kestirilememekte. Çünkü bir taraftan Arap ülkeleri Irak’a yapılacak olan bir saldırıyı kategorik olarak reddedip, “Anti-Terör-Koalisyonu”ndan ayrılacakları açıklamasını yaparlarken, AB’nden de olumsuz sinyaller gelmekte. Bu da, olası bir saldırının önce başka ülkelere yönelik olacağı varsayımını güçlendiriyor. ABD çoktan Kuzey Kore, Libya, İran, Suriye ve Sudan’ı gizli gizli kitlesel imha silahları üretmekle suçlamaya başladı bile.

Önce Somailamı?

Afrika ülkesi Somalia giderek dikkat çekmeye başlıyor. Çünkü ABD’nin aynı Irak’ta olduğu gibi bu ülke ile de açık olan hesapları var. ABD 1993 yılında Somalia’da Amerikalı askerlerin İslamistler tarafından öldürüldüğü hâla iddia etmekte. Ancak asıl mesele salt intikam almak değil: Somalia’nın jeostratejik konumunun ötesinde ülkedeki petrol ve doğal gaz reservleri ABD için önem taşımakta. Halen Somalia’nın petrol üretiminin üçte ikilik bir bölümü üzerinde dört büyük Amerikan şirketi Conoco, Amoco, Chevron ve Phillips’in hakimiyeti bulunmakta. Dünya Bankası’nın 1991 yılında yaptırdığı bir araştırmaya göre “Somalia zengin petrol yataklarına sahip sekiz Afrika ülkesi arasında” sayılmakta. Dünya Bankası petrol uzmanı O’Connor “Somalia’da petrol olduğu kanısında hiç şüphe yok” derken, 2001 Aralık’ında ABD’nin Afrika’dan sorumlu Devlet Müsteşarı Kansteiner, Usama bin Ladin ve radikal İslamistler bağlantısında “Böylesi ilişkilerin varlığı ispat edilirse, Somalia’ya yönelik bir askeri harekât büyük olasılık kazanır” diyordu. Bu açıklamanın ardından ise ABD “Bin Ladin’e bağlı Al-Kaida teröristerinin kaçış yollarını kapamak” gerekçesi ile Somalia’nın deniz ve hava sahasında kontrol uçuşlarını başlattı.

Iraka saldırının gerekçesi yok

ABD’ndeki savaş kışkırtıcıları tüm çabalarına rağmen, Irak’a yapılacak bir saldırının tutarlı bir gerekçesini bulabilmiş değiller. Gerçi ABD’nin Silahsızlanma Sorumlusu Bolton, Cenevre’de yapılan Biolojik Silahlar Konvansiyonu’nun Beşinci Kontrol Konferansı’nda Irak’ı “Bulaşıcı hastalıklara yol açan silahları üretebilecek bir programa sahip olması” nedeniyle sert bir şekilde eleştirdi, ancak Irak’ın Usama bin Ladin örgütüne biolojik silah temin ettiği gibi bir suçlamaya kalkışmadı. Britanya Savunma Bakanı Hoon ise “Irak’ın dolaylı ya da dolaysız Al-Kaida örgütü ile ilişkisi olduğunu kanıtlayan hiç bir belge görmedim” açıklamasını yaptı. Ve FBI’ın Uluslararası Terörizmle Mücadele Müdürü Rolince, Kasım 2001’de Wiesbaden’de yapılan bir konferansta “FBI’ın 11 Eylül saldırılarına herhangi bir ülkenin katkıda bulunduğuna dair bir ipucu yoktur” diye açıkladı.

Tüm bu açıklamalara rağmen ABD’li şahinler Başkan Bush’u Irak’a yönelik bir askeri harekât konusunda sıkıştırmaktalar. Aralık 2001’de geniş bir nüfuza sahip olan Cumhuriyetçi senatörler Lott, Helms ve McCain, Başkan Yardımcılığına aday olan Demokrat senatör Lieberman ile birlikte Başkan Bush’a bir mektup yazarak “Saddam Hüseyin tehditinin üzerine daha hararetli gidilmesi”ni talep ettiler.

Federal Alman Ordusu Saldırı Ordusu haline dönüştürülüyor

Bu tartışmaların yanısıra Federal Alman Ordusunun dünya çapında savaş yetisini geliştirmesine yönelik silahlanma programı devam etmekte. Federal Hükümet daha 2000 Haziran’ında Federal Ordunun yurtdışına göndereceği silahlı güçlerinin sayısını 2006 yılına kadar 150 000 kişiye artırma kararını almıştı. Doğal olarak (!) bu “silahlı güçler”e yeni silahlar ve malzeme alınacak. Federal Ordunun sorumlu inspektörü Mart 2001’de kamuoyuna açıklanmayan yeni Malzeme ve Silahlanma Konseptini açıkladı. Bu konsepte 213 kalem silahlanma projeleri sayılmakta. Uzmanların görüşüne göre – 2000 yılı verilerine göre – bu projelerin maliyeti 220 Milyar DM civarında olacak. Normal sayılan pahalılanma değerlerinin yüzde 2 ile 6 düzeyinde artması, bu giderlerin 300 Milyar DM’ı aşması anlamına gelmekte. Bu ise, şu anda yıllık 7 Milyar DM düzeyinde olan yeni alımlar kaleminin, yılda 20 Milyar DM (!) düzeyine fırlaması anlamına gelmekte. CSU’nun Parlamento Grubu Başkanı Michael Glos, savaşa endekslenmiş parlamenter tartışmalar esnasında Federal Hükümet’ten “Federal Ordu’nun NATO’nun dayanışma gereklerini yerine getirebilmesi için gerekli olan milyarları hazır tutmasını” talep etti.

Federal Bütçeye ilk bakışta, Sosyaldemokrat ve Yeşiller’in taşıdığı Federal Hükümetin savunma giderlerini azaltığı sanılabilir. 2002 yılı için öngörülen 46,2 Milyar DM’lık savunma bütçesi, 2001 yılındakinden 600 Milyon DM daha az olsa bile, genelde giderlerin arttığı artık gizlenemez halde. Çünkü Federal Ordu’nun giderlerinin tümü sadece savunma bütçesinden karşılanmıyor. Ordunun ulaşım araçları parkının yenilenmesi, gayri menkullerin tadilatı ve tüm enformasyon teknolojisinin yenilenmesi bu amaç için kurulmuş olan kurumlar tarafından karşılanmakta. Bunların giderleri ise savunma bütçesinin dışında. Tüm bunlar hesaplandığında, Federal Savunma Bakanı Scharping’in 2002 yılı için 50 Milyar DM’ı aşan bir bütçe ile çalıştığı görülebilir. Savunma giderleri son on yıl içerisinde hiç bir zaman böylesine yüksek bir düzeyde değildiler.

Alman silah ithalatı altın günlerini yaşıyor

Bu müthiş silahlanma giderlerini finanse edebilmek için, kullanılmış silahların ithalatına ağırlık verilmekte. Önemlilerini sayacak olursak: 699 Leopard 1-A5 Saldırı Tankı, 589 Marder Tankı, 267 Gepard, 181 zırhlı Obüs, 72 Fantom jeti, 54 Tornado jeti, iki denizaltı ve iki kruvazör satışa sunulmuş durumda. Sosyaldemokrat ve Yeşiller’in silah ithalatını azaltacağız vaadi demek ki böyle oluyormuş. Bu silahlar satıldığı takdirde, 5 Milyar DM üzerinde bir gelir bekleniyor.

Almanya sadece tarihinin en yüksek silahlanma giderleri yokuşunun başında değil, aynı zamanda müthiş bir silah ithalatı da başlamak üzere. Her ne kadar 2000 yılındaki reel silah ithalatı, 1,33 Milyar DM ile 1999 yılına nazaran yarı yarıya düşmüş olsa da, 2000 yılı içinde izin verilen silah ithalatının hacmi 5,57 Milyar DM düzeyine çıkmış durumda. Silah ithalatı için verilen izinler, gelecek yıllarda eskisine oranla üç ila dört kat daha fazla silah ithalatının yapılacağını göstermekte.

AB Ordusu

2003 yılına kadar Avrupa Birliği’nin 60.000 kişilik personeli aşacak ordusunun kurulması beklenmekte. 60 gün içerisinde harekâta hazır olacak ve bir yıl boyunca dünyanın her tarafında “görev” üstlenecek olan bu ordunun görevleri ilk etapta insancıl yardım ve silahlı müdahale olacak. 400 uçaklı ve 100 gemili destek birlikleri ile beraber bu ordunun 80.000 kişiyi aşması bekleniyor. Bugünkü Federal Alman Hükümeti AB’nin militaristleşmesine önemli katkılar sağlamış durumdadır. AB Ordusu için Federal Hükümetin söz verdiği Alman askeri sayısı 18.000 civarında. Bu şekilde Almanya, 12.000 asker veren Fransa’dan önce, orduya en fazla asker veren ülke konumunda. İlerideki planlar içinse Almanya’nın programı hazır. Toplam 100.000 kişiye ulaşacak bir “havuz”a Almanya 32.000 asker ile katılmakta. AB ordusunun şefide bir Alman: General Schuwirth. Muhafazakâr FAZ gazetesi bile Almanya’nın bu şekilde “ Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ndaki belirleyici rolünün altını çizdiğini” belirtmekte. Aslında şu da söylenebilir: Alman dış politikası, militarize olmuş AB’ni kendi çıkarları için kullanmaya hazırlanıyor.

Alman muhafazakârları ise daha ileriki hedefleri belirlemiş durumda. Kasım 2001’de Schäuble tarafından hazırlanmış olan “Avrupa Belgesi” başlıklı konseptte CDU ve CSU dış, güvenlik ve savunma politikalarındaki sorumluluğun ulus devletlerden alınarak AB’ne verilmesi talep edilmekte. FAZ gazetesi, Federal Şansölye adayı Edmund Stoiber’in “dışişleri bakanlığı ve diplomatik kurumlar ile Savunma Bakanlığının lağv edilmesi anlamına gelen bu talebi desteklediğini” yazıdığı haberine “Birlik Partileri Federal Orduyu lağv etmek istiyorlar” başlığı altında yayınlamıştı.

Her ne kadar Stoiber ve CDU/CSU yöneticileri, askerî bir güç olacak AB içerisinde Almanya’nın ne denli belirleyici olacağını söylemeseler bile, Alman muhafazakârlarının AB içerisinde güçlü ve asıl belirleyici rolü Almanya’nın oynamasını istediklerini söylemek pek yanlış olmaz. Almanya’nın silahlanma ve savunma giderlerini artırması ve Almanya’daki siyasi aktörlerin bu konuyla ilgili taleplerde birbirlerini geçmeye çalışmaları, AB içerisinde sonu belli olmayan bir silahlanma spiralinin başlamasına neden olacak. Burada ayrıca dikkat çekici olan olay ise, Büyük Britanya ve Fransa’nın atom silahlarının olası bir AB Ordusu komutası altına verilmesidir. Bu da, Avrupa ile ABD arasında dünya üzerindeki hegemonya savaşımının gündeme oturduğunu göstermektedir.

Tehlikeli olan bir gelişme de, Federal Şansölye Schröder’in askerî saldırı yetisi kazanma konusundaki talepler üzerine CDU/CSU ile bir yarışa girmiş olmasıdır. Şansölye bu konudaki öncülüğünü muhafazakârlara kaptırmamak için, Federal Ordu giderlerinin artırılmasını Hükümetine kabul ettirdi. 11 Eylül sonrasında Federal Parlamento, Almanya Federal Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bu kadar fazla bir şekilde Federal Ordunun yurt dışına gönderilmesi konusunda kararlar aldı. 2001 yılının son aylarında alınan kararlar, 2002 yılının ne denli tehlikeli savaşlara gebe olduğunu göstermektedir. Maalesef dünya 2002 yılında uçurumun kenarına daha da yaklaşmıştır.

(Çeviri:Murat Çakır)

Kaynak: Marxistische Blätter 1-02